'Sadece bina mı tasarlıyorsunuz yoksa yaşam alanı mı?" sorusu, mimarlığın yeterince anlaşılamadığını gözler önüne seren bir sorudur. Mimarın görevi yalnızca bina tasarlamak değil, toplumlar için yaşama alanları öngörmektir. Üniversitelerde mimarlık eğitimi ilk günden itibaren bu konuya odaklı olarak devam eder. Mimarlık öğrencisi eğitim hayatı boyunca tasarladığı binada yaşadığını düşünerek çalışmayı öğrenir. Mezun olduğunda yalnızca verilen arsayı değil, koca bir şehri düşünmek zorundadır. Çünkü tasarlanacak olan yapı, tüm şehrin dokusunu ilgilendirmektedir ve mimar her ayrıntıyı düşünmekle görevlidir.
Mimarlık dendiğinde akla ilk gelen şey konut olsa da, esas yapılan iş bireyleri yönlendirmektir. Yalnızca içinde yaşanan konutlar değil, günlük yaşamda kullanılan askeri binalar, havaalanları, otogarlar, alışveriş merkezleri, yollar, parklar ve devlet kurum binaları başta olmak üzere, toplumların yaşadıkları şehirlerin tamamı mimarların elinden çıkmıştır. Geçmişten günümüze kadar deneme - yanılma yoluyla en başarılı mekanları tasarlayan mimarlar, tasarımda dikkat edilmesi gereken bazı faktörler olduğunu görmüşlerdir.
Eskilerden beri iyi bir yapının sahip olması gereken belli konfor koşulları vardır. Gelişen dünyayla birlikte, toplumların konfor koşulları dönemlere göre şekillenmiştir. Örneğin; eskiden yağmur sularını tutmaması ve kar ağırlığıyla çökmemesi için kırma çatılar tercih edilmişken, günümüzde kullanılmakta olan gider sistemleri, kırma çatı ihtiyacını ortadan kaldırmış, yerini başka ihtiyaçlara bırakmıştır. Günümüzde de bireyler yaşayacakları mekanı seçerken bu koşulları göz önünde bulundururlar. Ulaşım, konum, yalıtım, güvenlik gibi günlük yaşamı etkileyen faktörler toplumun her kesimi için eşit derecede önem taşır. Yalnızca küçük konut ve ofislerde değil, kamuya açık tüm mekanlarda özellikle güvenlik seviyesi, ailelerin ve bireylerin mekan seçimlerinde önemli bir etkendir.
Yaşama alanı tasarlayan mimarlar, insan psikolojisi hakkında da bilgi sahibi olmak zorundadır. İnsan hareketlerini ve duygularını iyi analiz edebilen bir mimar, mekanda yaşamı ve akışı hissedebilir, bunu tasarımlarına aktarabilir. Aksi takdirde tasarımın ne derece etkili olacağı hakkında fikir sahibi olunamaz ve çalışma başarıya ulaşamaz. Bu nedenle mimarlık eğitimi sırasında psikoloji dersleri de verilmektedir.
Bir mimar, mekanı oluşturmakla mükellef olsa da, her alanda uzman olamaz. Zamanla değişen insan ihtiyaçları ve alışkanlıkları, mimariye sürekli yeni boyutlar kazandırır. Özellikle, teknolojinin gelişmesiyle akıllı bina ve güvenlik sistemlerinin ortaya çıkışı,mimari alanda bir devrim niteliğindedir. Mimarın tüm bu sistemleri takip edip uzmanlaşması mümkün olamayacağı gibi, gündemden uzak, hiçbir özelliği olmayan projeler tasarlaması da gerilemesine neden olur. İyi bir mekan yaratabilmek için alanında uzman kişilerle işbirliği yapması, mimarın daha profesyonel işler ortaya koymasını sağlar. Örneğin; mimar, güvenlik koşulunun önemini bilse de güvenlik cihazları hakkında yeterince bilgiye sahip olmadığı için, profesyonel yardım alması gerekir. Yapılan ortak çalışma ile hem tasarım bozulmaz hem de daha etkili bir güvenlik duvarı örülmüş olur.
Sonuç olarak; mimarlık, birey ve yaşam odaklı bir olgudur. Dönemsel olarak değişir veya şekillenir. İnsan psikolojisine ve ihtiyaçlarına hitap edemeyen bir tasarımcı, mimar olamayacağı gibi; içinde insan yaşatamayan bir yapı da, mimari değildir.
Bu yazıyı okuyanlar, bunları da okudu:
Nesnelerin İnterneti Mimarlığı Nasıl Etkiliyor?
Mimari Projelere Değer Katan Ekipmanlar
IT Altyapısı İçin Stratejik Planlama